Pandemi nedeniyle uzaktan eğitimde ve eğitim teknolojilerinde zorunlu şekilde seviye atladık. K-12’den yetişkin eğitimine kadar, hem eğitimciler hem de kurumlar belki 10-20 yıl içinde edinebilecekleri teknolojik farkındalığı geçtiğimiz üç ay içinde kazandı. Bu sürecin eğitim dünyası adına düşündürdüklerini ve bundan sonraki teknoloji kullanımına dair notlarımı üç başlık altında özetlemeye çalıştım.

1- Yalın Dijital Öğrenme Tasarımları

Uzaktan eğitim yeni bir kavram değil elbette. 1800’lü yılların sonundan beri mektup ile başlayan, radyo, televizyon ve internet yoluyla verilen ve son yıllarda Web 2.0 teknolojilerinin, online öğrenme platformlarının çeşitliliği ve yükselişiyle birlikte daha da elverişli hale gelen bir öğrenme biçimi. Geniş de bir araştırma alanı. Dijital öğrenmeye dair araştırma tabanlı modeller ve çerçeveler de uzun yıllardır bu alandaki uygulayıcılara, öğrenme tasarımcılarına veya eğitimcilere ışık tutmakta.

Zoom gibi dijital platformlar da hali hazırda birçok global üniversite veya eğitim kurumunun uzaktan eğitim süreçlerinde kullanılmaktaydı. Ancak, eğitim dünyasının çoğunluğu tüm bu pratik araç ve platformları bu dönemde tanıdı ve öğrendi. Artık online ders yapmak için Zoom veya Teams, anlık soru-cevap için Mentimeter, iş birliği için Padlet kullanıldığını bilmeyen bir eğitimci kalmamıştır. Sonuç olarak, bu teknolojik farkındalık tüm eğitim dünyasını belli bir seviyede eşitlemiş oldu (Fırsat eşitliğinden bahsetmiyorum; bu bambaşka bir konu).

Bunlar sevindirici gelişmeler çünkü artık biliyoruz ki her öğrenme aktivitesi için mutlaka dijital bir araç mevcut. Özellikle bilişsel alanda, yüz yüze ortamlarda gerçekleştirip uzaktan eğitimde gerçekleştiremeyeceğiniz neredeyse hiçbir şey yok.

Öte yandan da tehlikeli olan kısmı şu ki, çoğu kez dijital araçlar konunun merkezine oturuyor. Ancak öğretim tasarımı, duyduğumuz veya bildiğimiz her dijital aracı derslere, eğitime entegre etmek anlamına gelmiyor. Önemli olan, öğrenme çıktılarınız ve bu çıktılara giderken yaptığınız öğrenme deneyimi tasarımıdır. Teknoloji kullanımı konusunda esas olan da, bu tasarım içinde hedefinize uygun az ama öz teknolojik kaynaklara yer vermek. Örneğin 40 dakikalık bir öğrenme episodu esnasında 4-5 farklı dijital aracı kullanma isteği duyduğunuzda lütfen durup düşünün: Gerçekten gerekli mi? Öğrenen için uygun mu? Öğrenen motivasyonuna katkısı var mı? Kazanıma katkısı nedir? Öğrenmeyi daha kalıcı ve derin hale getiriyor mu? Fazlası ve öğrenmeye katkısı olmayan teknoloji kullanımı sadece yorgunluk ve zaman kaybına yol açar (Bu konuda derinleşmek isteyenler için Triple E Modeline göz atmalarını öneririm). Az ve öz teknoloji doğru kullanıldığında ise öğrenme ortamında görünmez olur.

Yalın Dijital Öğrenme Tasarımı şeklinde tabir edebileceğimiz bu yaklaşım bundan sonraki dönemde eğitim teknolojilerini daha sağlıklı konumlamamızı sağlarken eğitimde tekno-çöplük oluşumunu da engelleyecektir.

2- Öğretmen Rolünün ve Okul Kavramının Yeniden Kurgulanması

Eğitim kurumları yüzyıllardır benzer bir kurgu içinde devam ediyor. Özellikle öğretmen merkezli ve ders anlatımı odaklı bir eğitim sistemi halen baskın. Ama biliyoruz ki, dijital içerikler öylesine çeşitli ve zengin ki artık bir öğretmenin bilgi aktarmasına gerçekten ihtiyacımız yok. Z jenerasyonu da istediği içeriğe en kısa sürede ulaşabildiğinin farkında.

Uzaktan eğitim uygulamalarında da birçok eğitmenin bu süreçte deneyimlediği gibi anlatıcı rolüne büründüğünüzde “duvara konuşma” etkisiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. İster yüz yüze, ister uzaktan, bir araya geldiğimiz anlarda daha deneyimsel ve ilişkisel öğrenme ortamları nasıl yaratılabilir sorusuna odaklanmalıyız. Öğrenen, okula öğretmeni dinlemeye değil, akranlarıyla takım çalışması ve iş birliğini deneyimlemeye, klüplere ve sosyal aktivitelere katılmaya, sosyal ve duygusal bir bağ ve ağ kurmaya gitmeli.

3- Öğretmenin Gelişim Odaklı Olması

Böylesine hızlı gelişen bir dünyaya bireyler hazırlarken, eğitimci olmanın getirdiği önemli sorumluluklar olduğuna inanıyorum. Bence bunların ilki, “gelişim zihniyeti”ne sahip olmak ve ardından gelişim yönünde proaktif adımlar atmak. Kurumlar, okullar mesleki gelişiminizi destekleyen eğitimleri elbette temin etmelidir, ancak tek seçeneğiniz bunlar değil. Dijital dünyanın sunduğu kaynakları ve fırsatları değerlendirmek, global bağlantılar kurmak veya birbirinden öğrenme fırsatları yakalamak öğretmenin sorumluluğu.

Pandemi sürecinde düzenlediğim Online Eğitim Webinar serisi aracılığ ile bu sorumluluğa sahip öğretmenlerle bir araya gelme fırsatı yakaladım. Birçoğu, “nasıl adapte olurum” veya “nasıl fark yaratırım” sorularıyla güdülenmiş meraklı, hevesli ve öğrenme çevikliğine sahip eğitimcilerdi. Öğrencileriyle bağı koparmadan etkili sonuçlar almayı başardılar ve şartlar ne olursa olsun fark yaratmaya devam edecekler.

Bir yandan da, öğretmenlerin gelişim fırsatlarında pasif dinleyici rolünden çıkıp daha katılımcı öğrenme fırsatlarına da kucak açmalarını değerli buluyorum. Bu doğrultuda, Grow with Tech çatısı altında başladığımız Öğrenme Çemberleri gibi topluluk odaklı ve her çember üyesini eşit derecede katılımcı gören oluşumlar öğretmenlerin birbirinden farklı şekillerde ilham almasını ve kolektif gelişimi destekleyecektir.

Özetle, zorunlu olsa da eğitimde dijital dönüşüm noktasında oldukça değerli bir süreç yaşadık ve yaşamaya devam edeceğiz. Dijitalleşme her sektörde olduğu gibi eğitimde de kaçınılmaz bir konu. Bu konuda hem kurumların hem de bireysel olarak eğitimcilerin, yalın dijital öğrenme tasarımları, öğretmen & okulun rolü ve mesleki gelişimi sahiplenme noktalarına daha fazla ağırlık vermesi gerektiği inancındayım.