Online eğitim, geleneksel eğitime göre genel olarak daha az tanınırlığa ve geçerliliğe sahip bir öğrenme şekli olarak biliniyor. Ancak her dijital yeniliğin hayatımıza iyice nüfuz edebilmesi ve kabul görmesi için belli bir geçiş sürecine ihtiyaç vardır. Bu geçiş süreçlerinin daha hızlı gerçekleştiği alanlardan birkaç örnek vermek gerekirse:

Mektup – E-mail: Kağıt ve kalem kullanmanın, hele ki el yazısıyla yazmanın verdiği otantik hazdan dem vuruyor olabiliriz ve mektup bazılarımız için hala çok özel bir iletişim biçimi olabilir ancak dünya nüfusunun tamamına yakını şu an mektup yerine e-maille haberleşiyor. Bundan 50 sene sonra kim bilir nasıl haberleşiyor olacağız.

Geleneksel mağazalar – E-alışveriş siteleri: Bundan belki de 15 sene önce “Görmeden ve dokunmadan alışveriş mi olurmuş? Benim illa ki mağazada görüp dokunmam lazım.” diyorduk ancak şu anda tekstilden elektroniğe birçok ihtiyacımızı E-ticaret yoluyla karşılıyoruz. 

Basılı yayınlar – Dijital yayınlar: Kitap okuma alışkanlığımız hala çok geleneksel, birçoğumuz hala basılı kitap tercih ediyoruz ancak dijital kaynaklar git gide daha da hayatımızın içinde. Bundan 20 sene sonra belki de tüm basılı kaynaklar yerini dijitale bırakacak. Haber alma alışkanlığımızın dijital medya tarafından ne kadar değiştiğinden bahsetmiyorum bile. Bugün kaçımız basılı bir gazete alıyoruz?

Bu listeyi uzatmak mümkün. Özünde vurgulamak istediğim ise, geleneksel araçlara yaratılan e-alternatiflerin sayısı ve yaygınlığı giderek daha da artıyor. Aynı dönüşüm – daha yavaş da olsa- eğitim için de geçerli. “Karşımda kanlı canlı bir hoca olmadan eğitim mi olurmuş.” diyenlerimizin sayısı belki hala çoğunlukta. Ancak, iyi örnekler yaygınlaşmaya devam ettikçe bu algı daha çok kırılacak ve daha çok öğrenci, çalışan, iş veren, okul, üniversite veya şirket dijital alternatiflere yönelecek. Yüzyüze eğitimin tamamen yerini alıp almayacağını ise uzun bir süreçte gözlemleyeceğiz.

Bu noktada bu yazının amacı, online eğitimle ilgili yaygın mit ve yanlış algıların kırılmasına katkıda bulunmak, iyi örneklerin yaygınlaşması ve bilinirliğinin artması sürecine şahsi bir destek sağlamak. Öncelikle bire bir gözlem ve karşılaştığım sorulara dayanarak, bu yaygın mitlerin aşağıdaki başlıklar altında sıralandığını söyleyebilirim.

Facts-Myths

Mit #1: Gerçekten öğrenebilmek için fiziksel olarak aynı ortamda bulunmak gerekir.

Bu algı, bir alışkanlıktan gelir.  Çok da anlaşılırdır çünkü eğitim hayatımızın ilk gününden beri fiziksel olarak bir okula gittik ve kanlı canlı bir öğretmen ve sınıf arkadaşlarıyla bir arada olduk. Anlamadığımızda sorduk, yanlış yaptığımızda düzeltildik veya dokunup hissedebildiğimiz, göz göze gelebildiğimiz bir topluluğun önüne çıkıp sunumlar yaptık. Bilimsel kaynaklar da, öğrenmenin sosyal bir süreç olduğunu vurgular. Sosyal-yapılandırmacı görüş, en etkili öğrenmenin yalnız başına değil grup etkileşimleriyle gerçekleştiğini savunur. Dolayısıyla, evet eğitimde diğer insanların varlığı ve etkileşim hayati derecede önemlidir. Ancak sosyal öğrenmeyi yaratmak için fiziksel olarak bir arada olmak şart değildir. Bunun için, üniversitede aldığınız 100 kişilik kitle derslerini düşünün. Bu derslerde hocanızı 2 blok-ders boyunca sadece dinleyip tek bir etkileşim ortamı olmadan ayrılıyorduk. Şanslıysanız ve dinleyerek öğrenebilen/iyi not tutabilen/dikkat süresi yüksek biriyseniz bir miktar öğrenmiş sayılabilirsiniz ancak herkes için en etkili öğrenme ortamını sağlamış sayılır mısınız?

Öte yandan, artık Web araçları sayesinde belki de hiç olmadığımız kadar birbirimize bağlı (connected) ve etkileşim halinde olabiliyoruz. Burada etkileşimden kastımız çift taraflı, anlamlı ve bir amaca hizmet eden, sonucunda bir öğrenmenin gerçekleştiği diyaloglar. Bir amfide deneyimleyemeyeceğiniz bu tip diyalogları, online eğitim programlarında deneyimlemek mümkün. Adobe Connect veya Skype gibi senkron iletişim araçlarıyla periyodik olarak sınıfça görüşmeler yapmak, online tartışma gruplarında diğer insanlarla fikir alışverişlerinde bulunmak, hatta sosyal medya araçlarıyla (Facebook, Twitter, bloglar, İnstagram) yüksek etkileşimli öğrenme ortamları yaratmak artık online eğitimde çok yaygın ve pedagojik olarak da etkili öğrenme yolları. İş birliğine dayalı Web araçları sayesinde fiziksel birlikteliğe gerek kalmadan grup projeleri yapmak, hazırladığınız sunumları online ortamlarda kolayca paylaşmak da diğer uygulamalar arasında. Ayrıca, öğretmenlerin öğrenme süreçlerini takibi ve geri bildirim vermesini kolaylaştıran raporlama sistemleri de gün geçtikçe daha da gelişiyor. Bunlar, fiziksel uzaklıkları ortadan kaldıran hatta kimi zaman da yüz yüze eğitimden daha etkili öğrenme sonuçları yaratan durumlardır.

Online eğitim literatüründe  “pedagogical distance” (pedagojik uzaklık) olarak tanımlanan durum, eğitimde uzaklığın aslında fiziksel bir olgu olmadığını, tam tersine pedagojik bir olgu olduğunu hatırlatır bize. Yani fiziksel olarak bir arada olduğunuzda (amfideki gibi) elde edemeyeceğiniz pedagojik yakınlığı online ortamlarda yaratabilmek mümkün olabiliyor.

Özetle, fiziksel olarak bir arada olma ön koşuluna dayalı bu mit, sosyal öğrenmeyi merkeze alarak yapılandırılmış online eğitim programlarında gerçekçi bir karşılık bulmaz.

Mit #2: Online eğitimde öğrenci motivasyonu düşüktür.

Evet, bu muhtemel bir durumdur. Hatta, bana kalırsa online eğitimde geliştirilmesi gereken alanlardan biri. Ancak yine de mittir. Nedenini ise şöyle açıklayabilirim:

İnsanlar öğrenme ortamlarında farklı şekillerde motive olabilir; bu bazen dış kaynaklardan gelen “iyi not almak, ödül kazanmak veya övgü almak” gibi bir faktör olabilirken, “öğrenmenin kendisinden keyif almak” gibi içsel yollarla da gerçekleşebilir. Yüzyüze eğitimde olduğu gibi, online eğitimde de çeşitli nedenlerden dolayı motivasyon sekteye uğrayabilir. Ancak, online eğitimde öğrencilerin iç ve dış kaynaklı motivasyonunu artırmaya yönelik çeşitli yöntemler uygulanabilmektedir. Online materyallerin ilgi çekici ve merak uyandıracak şekilde tasarlanması, içeriğin Web araçları sayesinde hiç olmadığı kadar çeşitlendirilmesi (videolar, e-kitaplar, websiteleri, podcastlar, sosyal medya) ve interaktif hale getirilmesi, öğrenme yolculuğunun kişiselleştirilebilmesi, online öğretmenlerin öğrenme sürecini takibi ve geri besleme yapabilmeleri, interaktif egzersiz ve ölçme-değerlendirme gibi birçok yöntemle öğrencinin iç motivasyonu artırılabiliyor. Dış kaynaklı motivasyonu artırmaya yönelik olarak da, oyunlaştırma gibi tekniklerin online öğrenmeye entegrasyonu sayesinde öğrenmenin daha eğlenceli ve motive edici olması sağlanabiliyor.

Online öğrenmenin tek taraflı bilgi transferi olduğu varsayımı üzerine kurulmuş bir online programda, motivasyonun düşme ihtimali yüksekken; öğrenmenin çok yönlü ve sosyal bir süreç olduğu tezi üzerine kurgulanmış programlarda motivasyon daha yüksek kalacaktır. Bunu birçok araştırma da destekler.

Mit #3: Online eğitim, yüzyüze eğitimden daha kolaydır. 

Online eğitimde belirli bir gün ve saatte bir yerde bulunma zorunluluğunun olmaması, daha kolay olduğu anlamına gelmez. Geleneksel eğitimde olduğu gibi, online derslerde de göstermeniz gereken belli bir efor (iş yükü) ve karşılamanız gereken başarı kriterleri vardır. Bunlar çoğunlukla teslim etmeniz gereken proje, ödev veya geçmeniz gereken sınavlar, grup sunumları, tartışma forumlarında ve online görüşmelere katılımınız gibi kriterlerden oluşabilir. Hatta, online eğitimin yüzyüze eğitimden daha zor olduğu bile iddia edilebilir çünkü online bir öğrenci çalışma takvimini ve temposunu kendisi belirlediği için yüksek bir öz disiplin geliştirmesi gerekir. Aksi halde başarılı olmak neredeyse imkansız hale gelir. Online öğrencinin çalışma hayatına devam eden bir yetişkin olduğunu da hesaba katarsak, iş hayatı ve dersler arasında bir denge kurup disiplin ve özveri göstermediği takdirde başarılı olması daha da zorlaşır.

Mit #4: Online eğitimin geçerliliği yoktur.

Sektördeki gelişmeler gösteriyor ki, online eğitim artık daha fazla yükseköğretim kurumunun ve iş verenin resmi olarak tanıdığı bir öğrenme biçimidir. Git gide daha çok üniversitede ders kredisi olarak sayılan ve büyük şirketlerin çalışanlarını eğitmek için kullandığı ve işe alma süreçlerinde de dikkate aldığı bir öğrenme biçimidir. Türkiye’deki birçok yükseköğretim kurumunun ön lisans ve yüksek lisans seviyelerinde online programlar yer almaktadır ve bu programlardan alınan diplomalar YÖK tarafından onaylıdır. Lisans programlarının bir kısmında da, yüzyüze verilen derslerin bazıları artık online ortamlara taşınmış, böylece bazı programların yüzde 30’luk bölümleri tamamen online olarak verilmeye başlamıştır (Sakarya Üniversitesi‘nin uygulamalarını inceleyebilirsiniz).

Mit #5: Online eğitim, yalnız başına öğrenmek demektir.

Online eğitimin asosyal ve yalnız bir öğrenme biçimi olduğu görüşü çok yaygın. Evet, fiziksel olarak aynı ortamda bulunulmadığı için kimi zaman yalnız hissetmek de mümkün. Ancak, 21 yy. dijital olanakları artık öğrenmeyi asosyal ve yalnız bir süreç olmaktan çoktan çıkardı (Mit #1’de açıkladığım gibi). Bu olanakları iyi kullanan online programlarda birbirlerinden kilometrelerce uzaktaki öğrenciler ortak çalışma grupları oluşturup projeler üretebiliyorlar. Örnekler için özellikle MOOC’lara göz atabilirsiniz: Social Entrepreneurship. Coursera üzerinden verilen bu Sosyal Girişimcilik dersinin katılımcıları, İnternet üzerinden takımlar oluşturarak iş planı oluşturmak için birlikte çalıştılar ve en iyi iş planı ödülle desteklendi.

Sonuç olarak, teknolojinin bugün ulaştığı noktada online eğitim, yüzyüze eğitime avantajlı bir alternatif olabilecek noktaya geldi. Hem edinilen öğrenme sonuçları hem de öğrenci memnuniyeti açısından artık yüzyüze eğitimden hiç bir farkın olmadığı örnekler de git gide yaygınlaşıyor. Naçizane önerim, özellikle yükseköğretim ve yaşamboyu eğitim kapsamında karşınıza çıkan online eğitim fırsatlarını daha yakından takip edip, bu fırsatlara bir şans vermeniz.