Internet sayesinde kitleleri bir araya getirerek yeni bir öğrenme deneyimi sunan Massive Open Online Courses (MOOC), Türkçe çevirisiyle de Kitlesel Açık Çevirimiçi Kurslarını, ilk blog yazımın konusu yapmamın elbette nedenleri var:
Birincisi, bu blogda bu konudan sıklıkla bahsedecek olmam.
İkincisi, online yüksek lisans öğrencisi olmam ve işimin bu olması.
Üçüncüsü ve uzun vadeli bir amaca hizmet eden nedeni ise, dünyada hızla yükselişe geçen ve Türkiye’de hala yeterli sayıda kişinin bilgi sahibi olmadığını düşündüğüm bu konuda daha fazla farkındalık kazandırma isteğim.
O zaman kısa bir tanım: Üniversite derslerinin, herkese açık ve ücretsiz online bir platformda verildiği, içeriğin genellikle video ile aktarıldığı, binlerce kişinin etkileşime geçerek öğrenme deneyimine katıldığı bir model.
Daha fazla bilgi için aşağıdaki videoyu izlemenizi tavsiye ederim. M-Gen’e de Türkçe çeviri için teşekkür etmek gerek.
[youtube https://www.youtube.com/watch?v=sdDdmdfGuMI?rel=0&w=560&h=315]
İlk MOOC’un, 2011’de Stanford tarafından açılan ve 160 bin kişinin kayıt olduğu “Introduction to Artificial Intelligence” dersi olduğu yazılsa da, 2008 yılında George Siemens ve Steven Downes tarafından açılan “Connectivism and Connective Knowledge” dersi de kitleseldi, herkese açıktı ve çevrimiçiydi. Dolayısıyla aslında bir MOOC’tu. 2008 veya 2011, geçmişi çok eskiye dayanmayan MOOC’lar aslında bir anda ortaya çıkmadı. Şimdilerde katılımcıları, senkronize ve asenkronize (web konferansları ve forumlar) iletişimle yakınlaştıran online öğrenmenin tarihi 18. yüzyıla kadar dayanır. İlk kez 1700’lerde Amerika’da mektup yoluyla yapılan, ardından yazılı ders materyallerinin postayla gönderilmesi ile çeşitlenen, radyo-televizyonlarla multimedya çağına giren ve en nihayetinde bilgisayar ve web aracılığıyla daha elverişli hale gelen bir tarihi süreçten bahsediyoruz.
Moore’un (1997), online öğrenme ile ilgili hala geçerliliğini kaybetmediğini düşündüğüm “transactional distance” adıyla anlatmak istediği bir kavram vardır. Bu, her hangi bir uzaktan öğrenme ortamında yaşanabilecek, öğrenci ve öğreten pozisyonundaki kişilerin psikolojik ve iletişimsel açıdan hissettiği uzaklıktır. Bu uzaklığı etkileyen en önemli faktörlerden biri de, o öğrenme ortamına dahil olan kişilerin arasındaki “diyalog” ve ya “olumlu ve amacı olan etkileşim”dir. Diğer bir deyişle, ne kadar çok etkileşim, o kadar az uzaklık. Az önce bahsettiğim, postayla veya radyo-televizyonla yapılan, tek yönlü bilgi transferinin gerçekleştiği ortamlardaki gibi bir uzaklık. Ve aynı zamanda, online öğrenmenin sadece video izleme veya konuyla ilgili materyalleri okuma şeklinde algılandığı, katılımcıların pasif rolden çıkamadığı, bilgiyi sadece tükettiği her türlü öğrenme modelinde yaşanabilecek bir uzaklık.
Yani, öğrenenler arasındaki interaktiviteyi sağlayabilecek her türlü web aracına sahip olduğumuz dijital bir çağda, halen posta yoluyla eğitim seviyesinde sıkışıp kalma ihtimaline sahibiz.
Peki dijital çağda artık nasıl öğreniyoruz?
Artık, öğrenmek için tek bir “öğreten”e bağlı değiliz. Bilgi webde dağınık bir halde ve birden fazla kaynaktan geliyor. Hyperlinklerle bir kaynaktan başka bir kaynağa kolayca ulaşabiliyoruz. Bu bilgiler; görsel veya işitsel birçok farklı formda karşımıza çıkıyor ve her şey biz istediğimiz zaman bir tık ötede.
Artık sadece bilgiyi/içeriği okuyan ve tüketen pozisyonunda da değiliz. Bilgiyi biz üretiyoruz. Web 2.0 dediğimiz, Youtube, Twitter veya blog gibi katılımcı araçlarla içerik oluşturabiliyoruz. Herkes, bir networkun parçası aslında ve artık mesele bilgiye ulaşabilmek değil, bilgiye sahip olmamızı ve daha da önemlisi bunun devamlılığını sağlayacak doğru öğrenme ağlarının içinde olmak (Siemens, 2014). Örneğin Twitter hesabınızı, bir öğrenme ağına dönüştürmek ve birçok farklı kişiden birçok yeni şey öğrenmek çok kolay.
İşte MOOC’lar bu anlamda büyük bir potansiyele sahip. Binlerce kişinin sizinle birlikte aynı dersi alıyor olması, o kişilerle öğrenme ağları kurabilmeniz ve onlarla birlikte ve onlardan da öğrenebiliyor olmanız demektir. Öğreten pozisyonundaki kişi, tek bilgi kaynağınız değildir, o sizin için içeriği filtreler ve doğru kanallar gösterir. Amacına uygun bir tasarımla, sizin networkler halinde çalışmanıza olanak verir. Kısacası, bir MOOC’ta daha fazla “diyalog”un olması, daha az uzaklık, daha fazla öğrenme demektir.
Elbette tablo bunlardan ibaret değil, ancak bir dahaki yazıya kadar şimdilik bu kadar.
Kaynak:
Moore, M. (1997). Theory of transactional distance. Theoretical Principles of Distance Education, pp.22-38
Welcome to the world of blogging Didem 🙂 and good luck!
Tesekkurler Rukiyecim:)